Bebek Jane’e ne oldu? (What ever happened to Baby Jane?)
Hollywood’un vahşi hengamesinde, artık yaşlanmaya yüz tutmuş, popülariteleri azalmış iki nevrotik mega star Joan Crawford ve Bette Davis film …
Hollywood’un vahşi hengamesinde, artık yaşlanmaya yüz tutmuş, popülariteleri azalmış iki nevrotik mega star Joan Crawford ve Bette Davis film çekiminde…..
Piyeste, Joan Crawford karakterinde AMANDA LEAR ve Bette Davis karakterinde MICHEL FAU karşılıklı oynuyorlar. Trajik, bir o kadar da lezzetli ve sıra dışı bir yüzleşme…
1962 yılında Joan Crawford ve Bette Davis, Robert Aldrich’in yönettiği “ Bebek Jane’e ne oldu?” filminin setinde karşılıklı oynamayı kabul ederler. Bu filmin çekimleri sırasında iki geçkin star arasında yaşananlar Hollywood efsanesini ve dedikodulu dünyasını çokça besler…. Kağıt üzerinde esaslı bir proje gibi gözükse de, bu iki yaşlı kutsal canavar birbirlerini paralamaktan, aşağılamaktan bir an olsun vazgeçmezler.
Bette Davis karakterine bürünen büyük aktör Michel Fau, oyunu hem sahneye koydu hem de muhteşem ötesi oynadı. Karşısında, siyah peruğuyla Amanda Lear repliğini ona başarıyla verdi. Oyun, ikilinin patlayan performanslarıyla bir havai fişek gösterisi adeta….
Michel Fau, kan kırmızısı perdenin ayrımında Bette Davis kılığına bürünmüş olarak kendisini göstermesiyle ve o noktada dakikalarca öylece durarak, seyircisinin alkışlarının tadını çıkarıyor. Oyunculuğunun dehasına ve çılgınlığına yaraşır, aynı bir bukalemun misali, karşı cinsin bedenine otomatik olarak giriveriyor.
Bette Davis‘in o çok meşhur delici ve yorgun bakışlarıyla mükemmel ve kendisinden emin , hasmıyla büyük düellonun tam merkezinde , çatışmaları başlatmaya hazır. Jean Marboeuf, bu kabus gibi geçen film çekiminde yaşananlardan yola çıkarak hayali bir mektuplaşma kurgulamış.
Sarışın olarak görmeye alıştığımız Amanda Lear, çekici- cazibeli ve bir o kadar da şehvetli, kendini bir erkeğin kollarından diğerine rahatlıkla bırakan Joan Crawford karakterini canlandırmak için dağınık siyah bir peruk ve silme payetli uzun bir gece elbisesi seçmiş. Ağır ağır bütün dişiliğini kullanarak, sahnede ışıltılı merdivenlerden inerek antre yapıyor.
Film projesini akıl eden Joan Crawford olmuştu. Bette Davis ile bir film çekmek , seyircinin ilgisini çekebilecekti diye düşünmüştü. Böylece unutulmaya yüz tutmuş kariyerleri canlanabilecekti. İlerlemiş yaşlarına rağmen, hala bir filmde başarılı olabileceklerine inanıyordu. Önceleri Bette Davis, Joan Crawford’la karşılıklı oynama projesine sıcak bakmamıştı. Sonrasında kabul etti ve iki star film setinde buluştu.
Sahnede Bette Davis ve Joan Crawford ayrı ayrı kulisteki odalarında seyirciye dönük olarak aynalı makyaj masasının önünde oturuyorlar. İkisi de yalnızlar ama özel bölümlerinin mutlak hakimiyetini kurmuşlar. Aralarında en şirreti , en yıkıcısı Bette Davis!
Joan Crawford’a sürekli ok gibi delici hakaretler yağdırıyor: “Hollywood’un yapma bebeği” , “Teksaslı Koyun”, “Güneyli Pislik”, “Köpeği Lassie dışında erkek neslinin tümünün tadına bakmış kaltak” …
“Bebek Jane‘e ne oldu” filminde Joan Crawford ve Bette Davis birbirinden nefret eden iki geçkin kız kardeşi oynuyorlar. Gerçek hayatta da bu iki ünlü oyuncu birbirlerini hiç haz etmediler. Bu iki azgın yırtıcı starı Hollywood üretti ve ölümsüzleştirdi.
İki aktrisin birbirini hırpalamasının yanı sıra , Jean Marboeuf bu oyunda, 1930-1950 yılları arasında Hollywood’da starlık mesleğinin zorluklarını ve toplu histerisini anlatıyor. İki oyuncunun patlayan mükemmel performanslarının ötesinde , bir zamanlar çok ünlü bu iki starın yaşlanma ve unutulma korkusunu çok derin bir şekilde irdeliyor.
Joan Crawford’un “Sinema beni ölümsüzleştirdi ama bana sürekli eziyet ediyor, işkence etmekten bıkmıyor.” cümlesi çok manidar. Birbirlerinden nefret etmiş bu iki oyuncunun çekişmesi ölümlerine kadar sürer. Ama gerçekte birbirlerine ihtiyaçları vardı. Biri 1977 yılında, diğeri de 1989 yılında hayata veda ederler. Seyirci olarak bu garip, sert, yırtıcı ve acımasız düelloya kendimizi kaptırıyoruz.
Film çekimi sona erdiğinde ve projektörler söndüğünde, Joan Crawford, Hollywood’un sokaklarında yapayalnız, hemcinsi Bette Davis’in ona karşı takındığı kaba aşağılayıcı üsluptan pişman ve üzgün yürümektedir…
Michel Fau bu oyunu ustalıkla sahneye koymuş. Oyun akıcı bir üslupla sahnelenmiş. Dekor çok başarılı, nerdeyse oyunun baş rolüne oturmuş. Amanda Lear şov dünyasına 2016 yılında veda ettiğini açıklamıştı. 20. albümünü çıkarmış ve bir daha sahneye çıkmamaya karar vermişti fakat Michel Fau ona Joan Crawford rolünü teklif edince, bu karakter ona çok cazip gelmiş ve sahneye geri dönüş yapmış.
Sahnede Michel Fau ve Amanda Lear tartışmasız şaşırtıcı bir ikili: 82 yaşındaki Fransa’nın en ünlü transeksüel sanatçısı Amanda bir ton ağırlığındaki payetli elbisesiyle merdivenleri inip çıkıyor; merdivenlere oturup derin yırtmacını göstererek şarkı söylüyor.
Fiziki performansı on numara, büyük bir disiplinle rolünü üstlenmiş. Tiyatro sahnelerinde bir kaç defa kendisini sınamış bu sanatçı için TİYATRO vazgeçilmez bir terapi. Michel Fau ise atipik fiziğiyle tanınıyor. Sahnelerde onlarca defa kadın kılığında rollerde boy göstermiş harika bir oyuncu. Fau’nun fiziği, Bette Davis gibi çirkin bir kadını canlandırmaya çok müsait!
Sahnede kulisteki odasında otururken, aynanın karşısında makyajını ustalıkla yapıyor, peruklarını rahatlıkla çıkarıp takıyor; elbiselerinin birini giyip diğerini çıkarıyor. Rolüne kattığı ince hiciv, komik mimikleri, gözlerindeki nefret dolu bakışları olağanüstü. ..
Mektuplu romanlar gibi, bu oyun da mektuplu bir piyes. Bette Davis ile Joan Crawford’un birbirlerine yazdıkları mektuplar bunlar. Belki de o mektupları prodüktörlerine, yönetmenlerine ya da çocuklarına yazıyorlar… Bu mektuplarda kıskançlıkları, çekişmeli rekabetleri , ölçüsüz kibirleri , kabalıkları “ patates çuvalı”, “fahişe” gibi hakaretleri var.
Oyun ilerledikçe, Joan Crawford ve Bette Davis’in dünyadaki en mükemmel düşmanlar olduğuna şahit oluyoruz. Sarfettikleri her bir cümle kibar bir sözcükle başlasa bile adi bir hakaretle bitiyor. Ancak ortak düşmanları Marilyn Monroe‘yu acımasızca eleştirdiklerinde hemfikirler, öyle ki birbirlerine duydukları nefreti bir an için unutuveriyorlar.
Bu iki rakibe star arada sahici yüzlerini de gösterebiliyorlar. Özellikle yaşlılıktan bahsettiklerinde ya da artık cazibelerini kaybetmeye başladıklarını, erkekleri eskisi gibi baştan çıkaramadıklarını ve artık zirvede olmadıklarını düşündüklerinde…
Bette Davis:
“Bir film bir hayattır”, “Bir filmin sonu ise küçük bir ölümdür”, “Oyuncu olmak var olmaktır, yaşama asılmaktır ve ebedi kalarak ölmektir”. diyor.
Paris’te Porte-Saint Martin Tiyatrosunda, bir pazar matinesinde seyrettiğim bu bir buçuk saatlik oyun bir düodan ziyade tam bir düello. Melankolik, hafif bu komedide starların yalnızlığı ve nevrozları vurgulanıyor.