‘Pilot’un sırrı
Dünyanın en ünlü Fransızı, “Küçük Prens”in yazarı Antoine de Saint- Exupéry’nin, Paris’ten New-York’a uzanan kahramanlık öyküsü, uçarak geçirdiği …
Dünyanın en ünlü Fransızı, “Küçük Prens”in yazarı Antoine de Saint- Exupéry’nin, Paris’ten New-York’a uzanan kahramanlık öyküsü, uçarak geçirdiği ve trajik bir ölümle nihayet bulan orijinal yaşam hikayesi…
Gözü kara, maceraperest, gösterişli, hayalperest, çekici, şair, yazar, ispiyon, öncü, pilot, özgür, vatanperver Saint-Exupéry’den daha kararlı ve daha romantik bir kahraman düşünmek mümkün mü?
Trajik ölümünden tam altmış dört yıl sonra bu elim kaza ile ilgili ipuçları bulunur… 31 Temmuz 1944 tarihinde, Saint-Exupéry, bir keşif görevi için Lightning uçağının pilot kabinine yerleşir ve Fransız kıyılarının açığında radarlardan çıkar ve kaybolur.
Onlarca yıl, Saint-Exupéry‘nin kayboluşu sır olarak kalır. Acaba bir kaza mıydı? Ya da intihar mı? Yoksa bir düşman uçağı mı onu vurmuştu? Belki de hala hayatta mıydı? Ve 10 Ağustos 1998 tarihinde, Jean- Claude Bianco adında Marsilyalı bir balıkçı, ağını toplarken künyeli bir zincir ağına takılır…Künyenin üzerinde Antoine de Saint-Exupéry adı kazılıdır. Ve 22 Nisan 2013 tarihinde, bir erkek çocuğu, ailesinin gerçek kimliğiyle tanışır.
Hepimiz, Küçük Prens’in büyülü dünyasını biliyoruz. Ama “ Pilot’un Sırrı“ (Le Mystère de L’ aviateur) oyununda Küçük Prens’in yazarının çalkantılı yaşam öyküsü gizlenmiş. Göz kamaştıran sahne tasarımı ve altı oyuncunun nefis bir şekilde yorumladıkları on farklı karakterle, bu şairane öykü, seyirciye şiirsel teatral bir yolculuk yaşatıyor:
Almanya’nın bir kasabasında, bir karı-koca ve oğulları mezarlıktan dönmüşler, dedeyi gömmüşler ve dedenin evini boşaltmak için bir aradalar. Hatıralar ve anılar arasında, pilot Saint-Exupéry üzerine yazılmış makaleler bulurlar.
Baba oğlu ile yakınlaşmak için, bu durumdan faydalanır ve oğlunun dikkatini Saint-Exupéry’nin gizemine çekmeye gayret eder. New York’tan Paris’e, Küçük Prens’e ve 2. Dünya Savaşına doğru bu büyük yolculukta, baba ve oğlu, hem pilotun hayatı üzerine ve de en önemlisi kendi aileleri hakkındaki gerçekleri öğrenecekleri bir maceraya çıkıyorlar. Kahkahalarla, duygusal anlarla, heyecanla bezeli bir macera.
Bir çocuk hayali, yaşamın kendi gerçeği olunca… İşte Saint-Exupéry’nin tılsımı… Dahi yazarın maceralarla dolu yaşamı, bugünün asi ve olup bitenden bihaber gencin de hayatını alt üst edebilecek. Evet 22 Nisan 2013 tarihinde bu genç hakikati ve ailesinin gerçeğini keşfediyor.
Bu oyunda, geçmiş ve şimdiki zaman iç içe geçiyor. Pilot Saint-Exupéry hakkında binlerce efsaneyle tanışıyoruz. Bu maceraperest pilot, yaşadığı çağı doya doya yaşamayı arzu ediyordu…
Havayolu postacılığı yapıyordu, aynı zamanda vatanı için çalışıyordu, orduya yazılmıştı, gizli bilgilere ulaşmaya uğraşıyordu… 2. Dünya Savaşı yıllarındaki kaosta direnişçiler arasındaydı.
Küçük Prens’in yazarı büyük bir deha… Çocuk-yetişkin milyonların okuduğu bu kitapta hayatı anlamaya çalışan kırılgan bir çocuğun hayali serüvenini anlattı. Onun verdiği insanlık mesajlarıyla büyüdük ve hala okuyup derinlemesine hazmetmeye devam ediyoruz.
Arthur Jugnot ve Flavie Péan‘ın yazıp sahneye koyduğu bu oyunda Saint- Exupéry‘nin 1944 yılında Akdeniz’de uçağıyla kayboluşunun sırları, sihirli bir ortamda ve şiirsel bir anlatımla gün ışığına çıkıyor. Bu sihir gerçek ve biz buna inanıyoruz… Çocuk ve yetişkin ruhlarımız bir an için kenetleniyor ve büyüleniyoruz.
Perde, çağdaş bir dekora açılıyor: Geçmişe ve pişmanlıklara gönderme yapan bir salon….Yıl 2013… Almanya‘dayız. Bir karı-koca ve ergen yaştaki oğulları mezarlıktan dönmüşler. Adam babasını gömmüş…
Oğlunun dediği gibi “nazi” olan babasını… Anton çok isyankar bir genç… Annesini ve kendisini terk edip yıllar sonra geri dönen babasına büyük kin duyuyor… Babasını yaralamak ve içini acıtmak için her türlü sözcüğe başvuruyor…
Baba- oğul arasındaki sohbetin tonu yükselip patlama noktasına gelince, anne araya girip ikisini sakinleştirmeye, ortamı yumuşatmaya çalışıyor. Dedenin evini terk etmeden önce paketlenecek birkaç ufak tefek hatıra kalmış…
O sırada baba oğlunun elinden bırakmadığı ve sürekli baktığı cep telefonunu elinden kapar ve Antoine de Saint-Exupéry’nin biyografisini yazar, dedenin Saint-Exupéry‘ye ne kadar çok saygı duyduğunu ve kaybolmasından sonra ne çok acı çektiğini söyleyerek, cep telefonunu oğluna geri verir.
Anton, önceleri bu biyografiyle ilgilenmediğini, Saint-Exupéry‘nin ona bir şey ifade etmediğini, arkadaşlarıyla gezmeye, eğlenmeye gitmek istediğini sertçe belirtir. Fakat sonrasında Anton yavaş yavaş “Küçük Prens’in yazarını keşfetmeye ve bu yazara yakınlık beslemeye, Saint-Exupéry‘nin örnek cesareti ve korkusuz yaşamına hayranlık duymaya başlar.
Ve sahneler bir biri ardına akarken, uçağın Akdeniz’e düşmesiyle, Saint-Exupéry’nin yaşamıyla, Anton’un yaşamı birbirine karışıverir. Bu aile sırrının etrafına boşluk-zaman kavramı yerleşir. Geçmişte bu kahramanın yaşadığı maceralardan beslenen genç Anton, geçmişiyle barışmaya başlar ve dedesini başlattığı Saint- Exupéry hayranlığının bayrağını gelecek nesillere taşımaya hazır hale gelir.
31 Temmuz 1944 tarihinde, 2. Dünya Savaşı sırasında, Saint-Exupéry’nin Lightning P 38 uçağını düşüren Alman Subayının, Anton’un dedesi olduğu ortaya çıkar. Bu Alman Subayı, ömrü boyunca hayran olduğu yazar Saint-Exupéry’nin uçağına, onun kullandığını bilmeyerek, ateş edip düşürmüş ve yıllar boyunca bu vicdan azabıyla yaşayıp, ölmeden tuttuğu günlükte bunları ifşa etmişti.
Önce iki parça dekor panosu arkada açılıyor ve çocuk yaştaki Saint-Exupéry‘nin ilk uçuş denemesini görüyoruz… Sonrasında çeşit çeşit işlerde çalışan ama sonunda kendi yolunu çizmeye kararlı genç Saint- Exupéry‘nin dünyayı dolaştığını izliyoruz.
Defalarca yaşadığı uçak kazalarına ve kırılan koluna rağmen, o uçmaktan son derece mutlu bir pilot. Ve yaptığı yolculuklar sırasında kırılgan Consuelo‘ya duyduğu tutkulu aşk… 2. Dünya Savaşı sırasında, “Küçük Prens” kitabının yazımını bitirmiş olan yazar, müttefiklere katılır ve vatanına hizmet etmeye başlar. Ve P 38 Lightning uçağı 31 Temmuz 1944′ de, anlaşıldığı üzere bir Alman uçağı tarafından düşürülür ve Akdeniz’in sularına gömülür.
Ünlü şarkıcı Michel Sardou‘nun oğlu Davy Sardou, Saint-Exupéry ‘nin sevinçlerini ve kalp acılarını canlandırırken, oyunculuk yeteneğini sonuna kadar konuşturuyor. Yaşam sevinci ve enerjisi seyirciye mükemmel geçiyor. Seyirci olarak, barış zamanında huzur içinde uçmaktan başka bir şey düşünmeyen bu karaktere kendimizi kaptırıyoruz.
Pierre Bénézit huysuz ve beceriksiz ama oğlunu edebiyatın en önemli baş yapıtlarından biriyle tanıştırıp, onun sevgisini kazanabilmek için çabalayan ve içindeki çocuk ruhunu ortaya çıkarabilen baba rolünde inandırıcı.
Anton rolünde Axel Auriant, “Küçük Prens ‘in” uyanışına genç bir tonlama katıyor; yorumladığı karakterde terkedilmiş olmanın acısıyla ortaya çıkan bir isyan ve öfke var. Saint-Exupéry‘nin peşine düşmeseydi, Anton içinde uyuyan Küçük Prensle tanışamazdı. İçinde ateş gibi yanan acısına rağmen başını kaldırmayı, dünyaya açılmayı, anlamaya çalışmayı ve şefkatli ebeveynini sevmeyi öğreniyor.
Oyunu sahneye koyan Arthur Jugnot gösteriyi adeta bir mücevher gibi büyüleyici bir titizlikle işlemiş, sürprizlerle dopdolu cazip bir oyuna dönüştürmüş. Tekstin ritmi yüksek, öğretici ve eğitici bu tekste bir nebze nükte ve bir nebze de duygusallık yüklenmiş. Oyuncular, sahnede büyük bir keyifle oynuyorlar, her anın tadını çıkarıyorlar ve olağanüstü iyi bir performans sergiliyorlar.
Juliette Azzopardi ve Jean-Benoit Thibaud hayal tacirleri adeta… İmza attıkları sahne tasarımı muhteşem ötesi, sihirli açık bir kitap adeta. Dekorlar çok güzel. Yaratıcı ve ustaca bir tasarım. Göz alıcı dekorlar ve kostümler, belli belirsiz ışık oyunları, büyülü aksesuarlar, aile sırlarının aktarıldığı kısa kısa sahneler ve arkadan geçen Saint-Exupéry‘nin canlandırılmış, hareket eden hikayesi. Özellikle balıkçının filesine takılı kalan künye seyirciyi heyecanlandırıyor. Dinamik, titiz, yaratıcı bir proje. Şaşırtıcı, heyecan verici bir öykü. Sinematografik ve orijinal bir sahne rejisi.
Paris’te Splendid Tiyatrosunda seyrettiğim bu bir buçuk saatlik oyun resimli bir macera kitabı gibi tasarlanmış. Bu zeki oyun, aynı zamanda, affedişin, barışmanın, aile hatıratını gelecek nesiller aktarmanın, ötekini kabullenmenin, kuşaklar arası uyumun zorunluluğunu, hayallerin peşinden koşmanın önemini ve insanlara dış görünüşlerine aldanmadan, onlara kalbimizle bakmayı öğrenmemizi vurguluyor.
Saint-Exupéry, çocuk ruhunu kaybetmeden, hayallerini var oluşunun gerçeğine dönüştürebilmişti. Evrensel ve eşsiz bu edebi eser bir anda tiyatronun büyüsü sayesinde canlanıyor. Yüksek uçuşlu teatral bir biyografi.