The King’s Man dünyayı kurtarıyor
İngiliz yönetmen, yapımcı Matthew Vaughn, The King’s Man: The Secret Service (Kingsman: Gizli Servis/ 2015) ile The King’s Man: Golden Circle’ın …
İngiliz yönetmen, yapımcı Matthew Vaughn, The King’s Man: The Secret Service (Kingsman: Gizli Servis/ 2015) ile The King’s Man: Golden Circle’ın (Kingsman: Altın Çember/ 2017) ardınan üçüncü bölüm The King’s Man: The Beginning’de (Kingsman: Başlangıç /2021) izleyiciyi 1900’lerin başına götürüyor. 1.Dünya Savaşı çıkmadan önce soylu Oxford dükü Orlando Oxford’un (Ralph Fiennes) liderliğinde tarihte ilk bağımsız gizli istihbarat örgütü The King’s Man’in doğuşuna tanık oluruz.
Kral Arthur ve şövalyeleri gibi herkes eşittir, kimse statüsünün, sınıfının arkasında saklanmaz ilkesinden hareket eden Orlando, karısı Emily Oxford (Anna Maria Lara), dadı Polly Wilkins (Gemma Arterton), koruması Shola (Djimoun Hounsou) ile birlikte dünyanın ilk bağımsız gizli haber alma örgütü The King’s Man’i kurar.
Delikanlı oğlu Conrad’ın (Harris Dickinson) üzerine titreyen Orlando, dostu Avusturyalı Arşidük Ferdinand (Ron Cook) ile karısı Sofia’yı Saraybosna’da Sırp Princip (Joel Basman) tarafından öldürülmesine engel olsa da kentin arka sokaklarından kaçarken katledilmesine engel olamaz. Orlando’ya göre Princip tek başına hareket etmiyordur, onun kimin kuklası olduğunu bulmak görünmez, bilinmez The King’s Man’in görevidir. Yakın dostu İngiltere kralı George’a (Tom Hollander) danıştıktan sonra Orlando, Conrad, Polly ve Shola, papaz Rasputin’i (Rhys Ifans) bulmak üzere Rusya’ya hareket ederler. Rasputin, Çar Nikolay ile çariçeyi etkisi altına almıştır. Dine sığınmış olan Nikolay savaşa girmeyeceğini söyler, bu da İngiltere’nin sonu demektir. Gerçek karakterler ile kurgu karaterleri birleştiren Vaughn “bir dönem filmi, epik savaş dramı çekmek istedim” diyor.
The Man Who Would Be King (Kral Olacak Adam/ 1975) filmi beni çok etkiledi. Filmde her şey vardı: epik, serüven, tarih, büyük karakterler, acı, üzüntü, duygu, dram, komedi, aksiyon. Artık neden böyle büyük, efsanevi filmler yapılmıyor diye sordum kendi kendime. The Man Who Would Be King’s Man’i çekmek bana düşer” diyen Matthew Vaughn, ustası David Lean’in kült filmleri Arabistanlı Lawrence (1962), Doktor Jivago (1975), Ryan’s Daughter (İrlandalı Kız/ 1970) The Bridge on the River Kwai (Kwai Köprüsü/ 1957) filmlerini saymadan geçemiyor. 1950, 60 ve 70’lere ait bu yapımlar çekim koşulları ve teknik olanaklar göze alındığında zamanlarının çok ötesindeler, öyle de kalacaklar.
İlk iki The King’s Man filminden farklı olan, dram ve trajedi içeren üçüncü bölüm, değişik tonlar, bağlantılar, referanslar, göndermeler içeriyor. Ana sekansların başında cephe hattında İngilizler ve Almanların bıçakla savaşmaları, Conrad’ın İngiliz casusunu sırtında taşıyarak kaçma sahneleri geliyor. İngilizler öz eleştiri yapmayı unutmamışlar elbette, düşmanlarımız bizi kibar beyefendiler sanıyorlar. Bir zamanlar biz de çaldık, çırptık, yalan söyledik, öldürdük, öyle bir zaman geldi ki soylu olduk diyorlar. Filmin açılış sekansında İngiliz sömürgeciliğine dair bölümler de yer alıyor.
Mark Millar ile Dave Gibbons’ın çizgi romanından Matthew Vaughn ile Karl Gardjusek’in senaryolaştırdığı, Matthew Vaughn’ın yönettiği, Ralph Fiennes, Harris Dickinson, Rhys Ifans, Gemma Arterton, Djimoun Hounsou, Daniel Brühl, Tom Hollander, Matthew Goode, Charles Dance, Aaron Taylor-Johnson, Alexandra Maria Lara, Valerie Pachner, Stanley Tucci’nin oynadığı, aksiyon, gerilim, serüven, dram, trajedi, tarih, mizah dolu The King’s Man: The Beginning bugün gösterime girdi.